Milano & Garda & Lugano Gezilecek Yerler, Görülecek Yerler “30 Nisan 2012”


3 yıllık schengenimiz, birikmiş millerimiz ve güzel bahar havaları "Size bu ara bir Avrupa seyahati yakışır" mesajı veriyor, ya da öyle algılamak işimize geliyor:)  Bize gelen mesaj evrene de ulaşıyor, karşımıza bir adet Milano fırsatı çıkıyor.  Biz de bu fırsatı kendimizce mini bir İtalyan Rivierası turuna dönüştürüyor ve beklentilerimizin çok üzerine çıkıyoruz. 


Milano'yu daha önce görmüş, şehir olarak pek de etkilenmemiş olmamıza rağmen geziye eklediğimiz Como Gölü turu ve de dip indirim dönemine denk geldiğimiz için yaptığımız torbalarca Zara, Bershka alışverişi gezimizi unutulmaz kılmıştı. Bu gezi  "Yurtdışındayken gezecek o kadar güzel yer, tadacak o kadar güzel lezzetler varken nasıl alışverişle vakit kaybediyorlar" tarzı laflarımı bir bir yuttuğum bir gezi olarak tarihe geçmişti:)


Bu kez de nereye gitsek, ne yapsak diye hiç planlamadan düşüyoruz yollara. Portofino fikri var aklımızda bizi heyecanlandıran. Diğer rotalar tamamen spontan...

Perşembe sabahı Milano'ya varıp Alfa Romeo'muzu kiraladıktan sonra navigatöre Verona'yı giriyor ve 2 saat sonra Verona merkezinde bir otoparka arabamızı park etmiş bulunuyoruz.


Romeo ve Juliet’in şehri Verona'yı çok seviyoruz. Her yer kartpostal tadında, sıcacık bir bahar günü sokakları neşe içinde geziyoruz.



Juliet'in evini ziyaret ettikten sonra güzel bir öğle yemeği yiyip rotamızı Garda Gölü’ne çeviriyoruz.


Garda tek kelime ile muhteşem. Akşam yemeği için Milano'ya dönmekten vazgeçiyoruz. Göl kenarında masaları olan restoranlardan birini seçiyor, son zamanların en romantik akşam yemeğini yiyoruz. Deniz ürünlü spagettiyi yemem ile Nirvana'ya ulaşmam bir oluyor:)


İtalya'da arabanı park ettiğin yerde parkomatlara kalacağın süreyi girerek ödeme yapıyorsun. Garda'ya ilk geldiğimizde önce 1 saatlik ödeme yapıyor, yemeği orada yemeğe karar verdiğimizde gidip 2 saatlik daha ekleme yapıyoruz. Yemek yedik ama lütfen gitmeyelim, bir saat daha ekle derken, Milano'ya ancak gecenin köründe varabiliyoruz:)


Otelimizi Star Hotel Echo ekolojik tasarımlı bir otel, çok beğeniyorum. Ertesi sabah ekolojik kahvaltı salonumuzda aldığımız ekolojik kahvaltı sonrası başlıyoruz Milano sokaklarını arşınlamaya. Tüm gün ne tram, ne metro ne taksi hiç bir vasıta kullanmadan sokak sokak dolaşıyoruz. 


Bu sefer ne yazık ki alışveriş anlamında tek bir şey alamıyoruz. Demek ki Milano'ya indirim döneminde gelmeli çünkü sezonda bizden pahalılar ama indirimleri bizden kat be kat iyi...


Öğle yemeğimizi kanal kıyısındaki Navigli Bölgesindeki Officina 12 de alıyoruz. Mürekkep balıklı maltagliati muhteşem!


Akşam Brera bölgesinde kiliseye nazır masamıza oturup, yine leziz bir akşam yemeği yiyoruz. Yemek sonrası barlardan sokaklara taşmış insanlarla birlikte biz de sosyalleşiyoruz:)


Cumartesi sabahı navigatöre Cenova'yı giriyor, yine 2 saatlik bir yol sonrası hedefimize ulaşıyoruz.


Cenova bir liman kenti, bu nedenle çok fazla zenci var. Sokakları kuzey İtalya’dan çok güney İtalya havasında. Bana oldukça özelliksiz geliyor. 



Öğle yemeğimizin lezzeti dışında Cenova'dan hiç bir tat alamıyoruz. Sahilden geze geze nihayet Portofino'ya ulaşıyoruz.



Portofino iyi güzel hoş ama İtalyan Rivierası’nda sıkça rastlanabilecek bir manzara ile karşılaşıyoruz. Çok büyük bir artısı yok...


Şarkımızı söyleyerek Portofino’dan ayrılıyor, hemen yanındaki sevimli bir sahil olan Santa Margarita'da dondurma molası veriyoruz.


Akşamki adresimiz Milano'nun Corso Garibaldi Caddesinde bir sushi restoranı. İtalya’da sushi restoranına doğal olarak turistler değil İtalyanlar gidiyor, bu daha çok işimize geliyor. 


Yemeğin sonuna doğru kendimizi yanımızda oturan genç bir İtalyan ciftin masasında sohbet ederken buluyoruz. Yemekten sonra hep beraber kalkıp bu çiftin arkadaşlarıyla buluşacakları bara gidiyoruz. Onlarla da tanışıyor, tüm gece birlikte dans ediyor, unutulmayacak güzellikte bir gece geçiriyoruz.

Ertesi sabah kalkıyoruz o da ne? 3 gündür günlük güneşlik olan hava yağmura çevirmiş rotasını. Neyse ki son günümüz, buna da şükür diyor, Lugano'ya doğru yola çıkıyoruz. Sınırı geçiyoruz ve işte İsviçre'deyiz.
Sınırdan yaklaşık 20 dakika sonra Lugano Gölü’ne varıyoruz ama yağmur bastırıyor, biz de şemsiye yok, sokaklarda bir Allahın kulu yok, ne yapacağız? Neredeyse gittiğimiz her yeni şehirde yaptığımız gibi otelin birine girip resepsiyondan harita soruyor ve haritada gezebileceğimiz yerleri işaretlemelerini rica ediyoruz. Göl manzarası harika da şu yağmur bir dursa derken yukarıdaki sesimizi duyuyor ve yağmur diniyor. Dingin parklarda huzur dolu gezintiler yapıyoruz. 




Arabamıza atlayıp kıyı boyunca ilerliyor,tepelerde panoramik fotolar alıyoruz, çok sevimli bir köyde mola veriyoruz. 




Biraz daha gidiyoruz bir bakıyoruz polis kontrolü.  Ne oluyor, niye polis var derken tekrar İtalya sınırına girdiğimizi fark ediyoruz. Göl kenarında lokal bir balıkçıda önümüzde önlüğümüz elimizde kabuklu hayvancıkları kırmak için verdikleri kerpetenimiz değişik ve keyifli bir yemek yiyoruz. 


Yemek sonrası önce İsviçre sınırına sonra tekrar İtalya sınırına geri dönüyor, Malpensa havaalanı'na doğru dönüşe geçiyoruz.

Çok güzel bir gezi daha bitiyor. Mutsuz muyuz? Tabi ki hayır çünkü aksam mis kokulu kuzularımıza kavuşuyoruz…

Bir hafta önce kuzularla yaptığımız Kapadokya gezisi mi güzeldi, baş başa İtalya gezimiz mi? İkisi de ayrı güzel, hayat gezince güzel:)

Etiketler: , , , , , , , ,